Kur'an-ı Kerim Meali
SÛRELER

91. Onlar ki, Kur’ân’ı kısım kısım ayırdılar (bir kısmına hak, bir kısmına bâtıl dediler).

92,93. Artık Rabbine yemîn olsun ki, onların hepsine, yapmakta oldukları şeylerden mutlakā soracağız!

94. Öyle ise emrolunduğun şeyi, çatlatırcasına söyle (açıkça anlat)(1) ve müşriklerden yüz çevir!

95. Şübhesiz ki biz, o alay edenlere karşı sana yeteriz.

96. Onlar ki, Allah ile berâber başka bir ilâh edinirler. Artık (âkıbetlerini) ileride bileceklerdir!

97. And olsun biliyoruz ki, onların söyleyip durdukları şeyler yüzünden gerçekten senin göğsün daralıyor.

98. Öyle ise Rabbine hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol!

99. Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!

NAHL Sûresi


1. Allah’ın emri (kıyâmet) geldi; sakın onu acele istemeyin! (Allah, o müşriklerin) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek münezzeh ve çok yücedir.

2. (Rabbin,) melekleri kendi emriyle, kullarından dilediğine: “Şübhesiz ki benden başka ilâh olmadığı(nı insanlara bildirmek) ile korkutun da benden sakının!” diye vahiy ile indirir.

3. Gökleri ve yeri hak ile (karârınca O) yarattı. (Ve O, müşriklerin) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek yücedir.

4. İnsanı bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) yarattı; bir de bakarsın ki o, apaçık bir mücâdeleci (kesilmiş)tir.

5. Hayvanları (ve çok vâsıtaları) da yarattı. Sizin için onlarda ısıtıcı şeyler ve birçok faydalar vardır; hem onlar(ın kendisinden ve gelirin)den yersiniz.

6. Ve akşamleyin getirirken, sabahleyin de salıverirken onlarda sizin için bir (zevk ve) güzellik vardır.


1- “Evet Kur’ân’ın üslûbları (ifâde tarzları) hem garîbdir (alışılandan farklıdır), hem bedî‘dir (eşsizdir), hem acîbdir (hayret vericidir), hem mukni‘dir (iknâ‘ edicidir). Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklîd etmemiş, hiç kimse de onu taklîd edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle; o üslûblar tarâvetini (tâzeliğini), gençliğini, garâbetini (başkalarına benzememeyi) dâimâ muhâfaza etmiş ve ediyor. (...) (Kur’ân’ın kelimeleri) âdetâ basit, me’lûf (alışılmış) birer kelime iken, latîf (çok güzel) ma‘nâların defînelerine birer anahtar vazîfesini görüyor. İşte ekseriyetle üslûb-ı Kur’ân’ın geçen tarzlarda ulvî (pek yüksek) ve parlak olduğundandır ki, bazen bir bedevî Arab bir tek kelâma meftûn olur (tutulur). Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî, فاَصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ [Öyle ise emrolunduğun şeyi, çatlatırcasına söyle!] kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: ‘Müslüman mı oldun?’ ‘Yok!’ dedi, ‘Ben şu kelâmın belâğatına (hârika ifâdesine)secde ediyorum!’ ” (Zülfikār, 25. Söz, 9-13)