Kur'an-ı Kerim Meali
SÛRELER

40,41. Doğuların ve batıların(1) Rabbine (Zâtım üzerine) yemîn ederim ki, şübhesiz biz (onların) yerine onlardan daha hayırlılarını getirmeye elbette gücü yetenleriz ve biz (kudretinin) önüne geçilenler değiliz!

42. (Ey Habîbim!) Artık onları bırak, va‘d olunageldikleri günlerine kavuşuncaya kadar (bâtıla) dalsınlar, oynasınlar!(2)

43. O gün kabirlerden sür‘atle çıkarlar; sanki onlar, dikili taşlara (putlara) akın ediyorlardır.

44. Gözleri öne düşmüş bir hâlde kendilerini bir zillet kaplar. İşte bu, tehdîd olunup durdukları gündür!

NÛH (AS) Sûresi


1. Şübhesiz ki biz Nûh’u kavmine: “Kendilerine çok elemli bir azab gelmeden önce, kavmini korkut!” diye gönderdik.

2. (Ve Nuh onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Doğrusu ben, sizin için (Allah’ın azâbından haber veren) apaçık bir korkutucuyum!”

3,4. “Şöyle ki: Allah’a kulluk edin, O’ndan sakının ve bana itâat edin. (Tâ ki Allah,) günahlarınızdan bir kısmını size bağışlasın ve sizi(n ecelinizi) belirli bir vakte kadar ertelesin! Şübhe yok ki Allah’ın (size takdîr ettiği) eceli geldiği zaman, ertelenmez! Eğer biliyor olsaydınız!”

5. (Nûh) dedi ki: “Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz (îmân etmeye) da‘vet ettim.”

6. “Fakat benim da‘vetim onlara, (hakka yönelmekten) kaçma(ların)dan başka bir şeyi artırmadı.”

7. “Ve doğrusu ben, onlara mağfiret etmen için kendilerini ne zaman (îmân etmeye) da‘vet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, (inkârlarında da) ısrâr ettiler ve büyüklük tasladıkça tasladılar.”

8. “Sonra şübhesiz ben, onları yüksek sesle (açıkça) da‘vet ettim.”

9. “Sonra doğrusu ben, onlara (hem) i‘lân ettim, (hem) kendilerine gizli gizli de söyledim.”

10. “Hem ‘Rabbinize istiğfâr edin (O’ndan mağfiret dileyin); çünki O, Gaffâr (çok bağışlayıcı)dır!’ dedim.”


1- Güneş, senenin her bir gününde birbirine yakın farklı yerlerden doğduğu için âyette “doğular” denilmiştir. Aynı zamanda dünyanın yuvarlak olması ve her yerin doğu ciheti bulunmasıyla Allah, güneş gibi bir ni‘meti her memlekete, gerçekte izâfî olan kendi doğularından ihsân eder. (Beyzâvî, c. 2, 290)

2- “En âdî raiyetin (halkından olan en sıradan birisinin) en âdî muâmelelerini (sıradan işlerini) ihmâl etmeyen bir Hâkim-i Hafîz (herşeye hükmeden ve muhâfaza eden Allah), hiç mümkün müdür ki, raiyetin en büyüklerinden en büyük amellerini muhâfaza etmesin, muhâsebe etmesin (hesâba çekmesin), mükâfât ve mücâzât (cezâ) vermesin! Hâlbuki o Zât’ın izzetine (şerefine) ve gayretine dokunacak ve şe’n (şânı) ve merhameti hiç kabûl etmeyecek muâmeleler, o büyüklerden sudûr ediyor (çıkıyor). Burada cezâyaçarpmıyor. Demek, bir mahkeme-i kübrâya (en büyük bir mahkemeye) bırakılıyor.” (Zülfikār, 10. Söz, 7)