Kur'an-ı Kerim Meali
SÛRELER

4. Gerçekten sonraki (âhiret) ise, senin için evvelkinden (dünyadan) daha hayırlıdır.

5. Ve Rabbin, elbette ileride (âhiret gününde) sana (ümmetinden dilediğine şefâat etme hakkı) verecek (sen) de hoşnûd olacaksın!

6. (O,) seni bir yetim iken bulup (seni seçip, amcan Ebû Tâlib’in yanında) barındırmadı mı?

7. Hem (sen henüz peygamberlik ve şer‘î hükümlerden) habersiz iken seni bulup, yol göstermedi mi?

8. Hem seni fakir iken bulup da zengin etmedi mi?

9. O hâlde yetîme gelince, sakın (onu) ezme!

10. Ve dilenciye gelince, sakın (onu) azarlama!

11. Ve Rabbinin ni‘metine gelince, artık (onu şükranla) anlat!

İNŞİRÂH Sûresi


1. Göğsüne senin için (ilim ve hikmetle) inşirâh vermedik mi (genişletmedik mi)?

2,3. Ve sırtına çok ağır gelen yükünü, senden indirmedik mi?

4. Hem senin için şânını yükseltmedik mi?

5. İşte şübhesiz zorlukla berâber, bir kolaylık vardır.

6. Gerçekten zorlukla berâber, bir kolaylık vardır.

7. O hâlde boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe giriş) yorul!

8. Ve artık ancak Rabbini arzula!

TÎN Sûresi


1. Yemîn olsun tîn’e (incire) ve zeytine!(1)

2. Ve Sînâ dağına!

3. Ve bu emîn beldeye (Mekke’ye)!

4. Gerçekten (biz) insanı, en güzel bir biçimde yarattık!

5. Sonra onu, aşağıların aşağısına çevirdik.(2)


1- “Cenâb-ı Hakk, tîn (incir) ve zeytin ile kasem (yemin) vâsıtasıyla, azamet-i kudretini ve kemâl-i rahmetini ve büyük ni‘metlerini ihtâr ederek, esfel-i sâfilîn tarafına (aşağıların aşağısına) giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür ve fikir ve îman ve amel-i sâlih ile tâ a‘lâ-yı illiyyîne (en yüce mertebeye) kadar terakkıyât-ı ma‘neviyeye (ma‘nen ilerlemeye) mazhar olabilmesine işâret ediyor. Ni‘metler içinde tîn ve zeytinin tahsîsinin sebebi, o iki meyvenin çok mübârek ve nâfi‘ (faydalı) olması ve hılkatlerinde (yaratılışlarında) da, medâr-ı dikkat ve ni‘met çok şeyler bulunmasıdır.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 240)

2- “İnsan ahsen-i takvîmde (en güzel sûrette) yaratıldığı ve ona gāyet câmi‘ bir isti‘dad (kābiliyet) verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ a‘lâ-yı illiyyîne, ferşten (yerden) tâ arşa, zerreden tâ şemse (güneşe) kadar dizilmiş olan makāmâta, merâtibe, derecâta, derekâta (makamlara, mertebelere) girebilir ve düşebilir bir meydân-ı imtihâna atılmış, nihâyetsiz sukūt ve suûda (düşüşve yükselişe) giden iki yol onun önünde açılmış bir mu‘cize-i kudret ve netîce-i hılkat (yaratılışın netîcesi) ve a‘cûbe-i san‘at (şaşılacak bir san‘at) olarak şu dünyaya gönderilmiştir.” (Sözler, 23. Söz, 108)